27 Haziran 2017 Salı

Zemherir


-‘’Geçen her gecenin leyle-i kadr’’, ‘’karşılaştığım her kişinin Hızır’’ olması ümidi ve dileğiyle...

Öylesi ince bir cezbeye kapıldım ki
Bu alev sızıntısı marazi şehirde;
Boğazımda titrek bir heyecan nüksetti.
Köpürdüm... olanaksızlığın hiddetiyle.
Köpürdüm... içimi ağartan dalgaların haşmetiyle.
Köpürdüm... seni bulamamanın acziyle.
Ve ardından ağzımda denizler dindirdim.
Gözlerinden sağdığım yaşlardan denizler...

Düşmanımın adıyla anıldım niceler.
Ant içtim ben, yıkık dökük harabelerde.
Siliverdim gözlerime dolan külleri.
Gözyaşlarıyla ıslanmış ellerimle.
Bendim o: Müntehir ve onursuz şövalye...
Yıkık krallıkların altında ezilen...
Hatırımda sana ait o bakir buse,
Hiç öpülmemiş – ancak öpülecek bu sefer.


Sanki zemherir cehennemindeymişçesine
Sancılanıyor etim / acıdan titredim.
Etimin sızılarını okşa zarifçe.
Budur, yaralarımı sağaltan merhemim.
İçimin körfezlerinde isli bir gece,
Pusundan damıttığım bir mehtaba gebe.
Uğundum soyarak düşlerimi ve kaldım çırılçıplak.
Bu dünyada nice insan gibi, yeknesak...

-25.06.2017 - 27.06.2017

Celalettin DURAK

13 Haziran 2017 Salı

Mor Çöl'de Bir Ayrılık

Kururken dudaklarımız, seninle yeşil bir nehrin kenarında
Durup eflatun kum taneciklerine gömüldüğümüz sırada.
Bir mantık bahşet bana, tüm gerçekliği ile ruhumda şaklayan
Bir kırbaç gibi diriltsin metfun hislerimi - zarurette olan.

Kabul olunmayacağını bilerek ettiğimiz o nahoş dua
(Kaderin gaddar buyruğunca – kalbimde çöl yaraları açtıran)
Yakamozlar doğrayan sesinde son bir sızı ile son bir elveda
Ve olanaksızlığın safra tadı her kelimede boğaz yakan...

Tanrının en güzide yaratısı yıldızlar, peyda olurken birbiri ardına;
Gökyüzü payını almışçasına soyunur sanki papatya sarışınlığından.
Sinekkuşları –ki o nokta gözlerinde evrenin nice görkemini taşıyan-
İzbe bir kovuk ararken yağmurun canhıraş feryadından kaçınmak amacıyla
Sığınmışlar senin göğsüne benim çıkmakta olduğum açık-kanlı bir yaradan.
Nihayet bırakıyorum seni, rahmeti az çağlarda, gadre uğramış bir annenin mahzunluğuyla...


-Celalettin Durak 


8 Haziran 2017 Perşembe

Richard Matheson - Ben Efsaneyim Kitap İncelemesi

 Büyük bir şevkle inceleme yazıma geçmeden evvel, Ben Efsaneyim’i tanıtacağım bu metinde spoiler sayılabilecek cümlelerin bulunduğunu belirtmek isterim. Richard Matheson’ın Ben Efsaneyim’i ile ilk tanışmam post-apokaliptik filmlere ilgi duyan biri olarak Will Smith’in başrol oynadığı aynı adlı film ile oldu. Seneler önceydi, filmi oldukça sevmiştim, kitabı olduğunu öğrenince de hemen internette küçük çaplı bir araştırma yapmış ve ne yazık ki artık basımının yapılmadığını öğrenmiştim. Kitapçılara ‘’Hepimiz Vampiriz’’ (Milliyet Yayınları’ndan bu isimle çıkmıştı.)yahut ‘’Ben, Efsane’’ (İthaki Yayınları’ndan da bu isimle basılmıştı.) kitabının stoklarında olup olmadığını soruyor, olumsuz yanıt aldıkça da canım sıkılıyordu. Daha sonrasında e-kitap formatında bulduğum vakit, her ne kadar tablet veya bilgisayar ekranına bakarak bir şeyler okumayı sevmesem de kitabı iştahla okuyup bitirmiştim.

 Artemis Yayınları tarafından Nisan 2017’de piyasa sunulan Ben Efsaneyim kitabını birkaç ay gecikmeli de olsa elde edebildim. Şimdi de sizlerle bu kitap hakkındaki fikirlerimi ve gözlemlerimi paylaşıyorum. İyi okumalar!

 ***
''Dışarı çık Neville!'' -Ben Cortman

 Cimarron Sokağı’ndaki korunaklı evinde yaşayan, gündüzleri avlanmaya ve birtakım işlerini halletmeye çıkan, geceleri de evinin içinde araştırmalar yapıp - derin düşüncelere dalarak zaman öldüren 36 yaşındaki Robert Neville; kendi çıkarımına göre dünyadaki son insandır. Diğerlerine ne olmuştur, peki? Diğerleri, gündüzleri toprak altında ya da izbe, karanlık köşelerde uyuyan; geceleri ise kan tutkusuyla sokaklara çıkan vampirlere dönüşmüştür. Robert Neville, oluşturduğu rutin günlük programına uyarak sabahları erken kalkmakta; dışarıya çıkıp evin savunma hattını onarmakta, yani kapısına ayna asmakta, pencerelerine ipe dizdiği sarımsakları iliştirmekte, gevşemiş ve sallanmakta olan tahtaları tamir etmekte; sonra arabasına atlayıp sokak sokak gezerek sabahları saklandıkları oyuklarda vampirleri öldürmektedir.  

‘’Geceleri onları yenmesi imkânsızdı. Denemek bile gereksizdi. Gece onların zamanıydı.’’
 Neville’in tek derdi dışarıdaki hilkat garibeleri de değildir sadece! Bir yandan geçmişinin tozpembe hatıraları ile boğuşurken öbür yandan da yoksunluğunu hissettiği cinsel ihtiyacını bastırmaya çalışır. Zira ‘’dışarıdakiler’’, geceleri kapısının önünde ona oyun oynarlar. Dişi vampirler şehvetini kamçılamak adına türlü numaralar yaparlar. Tek amaçları vardır: Robert’ı güvenli sığınağından çekip alarak son damla kanına kadar içmek. Zoraki bir yalnızlığa mahkûm edilmiş bir adam olarak cinsel gereksinimlerini unutmak için içkiye dadanır, kitap okur, müzik dinler. Fakat ne çare… 

‘’Yüzlerce yıllık kelimeler, etinin sessiz ve aptalca özlemini dindiremezdi.’’
 Zaten içki de onun için bir sorundur, bağımlılıktır. Bir ara kendini viskiye boğmak ister. İçkinin kendisini öldürmesini bekler, ya da sahip olduğu tüm içki stoku bitene kadar bu eylemini devam ettirmekte kararlıdır. 

‘’Ben hayvanın tekiyim. Beyinsiz, aptal bir hayvan. Sakın laf etme. İçeceğim. Ölümüne içeceğim. (…)  Keşke bir viski musluğum olsaydı, diye düşündü. Kulaklarımdan fışkırana kadar içerdim. Hatta içinde boğulurdum.’’ 

 İnsanların neden öldükten sonra dirildiği, neden virüs kapınca değiştikleri üzerine düşünmeye başlar. Düşünceleri ahlak kavramına kayar ve benim oldukça takdir ettiğim bir monoloğa girişir:

‘’… Bana kalırsa, insanoğlu vampirlere daima önyargıyla yaklaşmış.
 Onlardan korktuğu için hep nefret etmiş.
(…)
 Ama bir vampirin ihtiyaçları insandan ya da diğer hayvanlardan daha mı şok edici? Davranışları çocuğunun ruhunu emen bir anne ya da babadan daha mı kabul edilemez? Evet, vampirler insanların nabızlarını hızlandırıp tüylerini diken diken ediyor ama ya sonradan politikacı olacak nevrotik çocuklar yetiştiren ailelere ne demeli? Bir vampir intihar eğilimli milliyetçilerin eline bomba ve silah veren insanlardan daha mı kötü? Ya da insanların beyinlerini bulandıracak içkiler üretenlerden? Gerçi bu örnekle bindiğim dalı kesmiş oldum ya neyse. Söyleyin, bir vampir sayısız rafı şehvet ve ölümle dolduran yayıncılardan daha mı ahlaksız? Kalbinizin sesini dinleyin dostlarım. Vampirler gerçekten de o kadar nefret edilesi yaratıklar mı?
 Tek yaptıkları, kan emmek.
 Öyleyse onlara karşı bu önyargının sebebi ne?’’


 Kendine bir amaç bulması elzemdir. Virüs üzerine bilimsel araştırmalara başlar. Bir noktada tıkanır, yorulur, vazgeçmeye meyleder. Tekrar düşüncelere dalar, tekrar baştan başlar… Ta ki birtakım olaylar gelişine kadar. 

‘’Giderek geçmişi daha çok düşünmesine sinir oluyordu. Bir zayıflık belirtisiydi bu ve yaşamaya devam etmek istiyorsa güçlü olmalıydı. Yine de zihni, onu en olmadık zamanlarda geçmişe götürüveriyordu. O zaman da kendi üzerindeki kontrolsüzlüğüne öfkeleniyordu.’’


 Artık kızı Kathy ve eşi Virginia’yı düşünüp kederlenmenin zamanı değildir. Nitekim yaşayan, capcanlı bir yavru köpek görüverir. O an beyninden vurulmuşa döner ve köpeği izler. Haftalarca köpeği kendisine çekebilmek için girişimlerde bulunur. Nihayetinde nispeten zor kullanarak köpekçiği evine taşır, lâkin köpek orada verecektir. Bir hafta geçmeden hem de. Ama Robert Neville bu sefer içkiye sığınmaz. Hayır, artık buna gerek yoktur. Ara verdiği araştırmalarına geri döner ve hayat kaldığı yerden devam eder…

 Ta ki bir gün verandada otururken o kadını fark edene dek. Kadına seslenir, kadın şaşırır ve korkarak ondan kaçmaya başlar. Neville, kadının ardından koşar, koşar, koşar… Kadını yakalayıp tıpkı köpeğe yaptığı gibi zorla evine götürür. Onu alıkoymak niyetinde değildir. Ona zarar da vermeyecektir. Hayır, elbette tecavüz de etmeyecektir. Zaten içindeki cinsel açlığı yatıştırmış, kazımıştır. Kadınla güç bela muhabbet etmeye başlarlar. Kadın, adı Ruth, Robert’a neler yaparak hayatta kaldığını, eşini ve iki çocuğunun kaybını anlatır. Robert ise Ruth’a karşı şüpheci yaklaşır. Onun hastalıklı olduğundan şüpheleniyordur. Kadınını test etmek ister. Ruth başta izin vermez, neden sonra razı olur. Fakat o gece… İşte o gece, Robert hurafevi kâbuslarından bağırarak uyandığında kadını giyinmiş bir şekilde karşısında bulur. Ruth, kaçmaya niyetlidir. Robert’a yakalandıktan sonra konuyu hemen geçiştirir ve kanının tahlilini yapması için adama bir örnek verir. Robert Neville mikroskopta kana baktığında donup kalır. Edindiği bilgilere ve incelemelerine göre, maalesef Ruth virüs kapmıştır. Ruth eline geçirdiği bir cisim ile Robert’ın başına vurur. Robert güçlü bir adam olduğundan tek vuruşla bilincini kaybetmez, iki sert vuruş daha gerekecektir. 


 Uyandığında başına aldığı darbelerin etkisiyle sersem gibidir. Banyoya gider, elini yüzünü yıkar, kendine gelmeye çalışır. Ruth’un geride bıraktığı notu bulduğunda hemen okuyamaz. Gözlerini iyice kısar ve odaklandıktan sonra okumaya başlar. Ruth, ona bir uyarı mesajı bırakmıştır. Kime karşı, neye karşı? Bu kağıtta tam açıklanmaz ancak Neville vampirler ve kendinden başka yaşayanların olduğunu anlar. Yeni bir topluluk… Virüsü kapmış ve onu ehlileştirmiş yeni bir ırk! Ruth, ona ısrarla kaçıp dağlara gitmesi gerektiğini belirtmiş olsa da Robert bunu yapmayacaktır. Bekleyecek ve onları karşılayacaktır.

‘’Gece geldiler. Farları karanlığı delen siyah arabalarla. Baltaları, silahları ve kazıklarıyla. Motor gürültüleri sessizliği inletti. Farlarının uzun, beyaz elleri caddenin köşesini dönüp Cimarron Sokağı’nı aydınlattı.’’
 Kapısının gözetleme deliğinden dışarıdaki kıyımı sessizce izler. Siyah takım elbiseli kişiler vampirleri hunharca kazıklarla katletmektedir. Yüzlerinde yaptıkları işten zevk aldıkları aşikârdır. Hatta Ben Cortman’ı da bulur ve öldürürler. Hani Robert’ın nicedir aradığı, bulup öldürmek istediği eski komşusunu… Ve kapıya dayanırlar. Robert karşı koymama kararı almıştır; fakat ne çare? Hayatta kalma içgüdüsü ile silahlarını kapar ve başarısız bir direnişin ardından ele geçirilir. Son bölümde bu yeni güruh tarafından idam edileceğini yaraları sarılmış bir şekilde hücresinde yatarken Ruth’tan öğrenir. Çünkü Robert Neville, bu yeni insanların eşlerini, kardeşlerini, velhasıl sevdiklerini de öldürmüştür. Ruth, Robert’a idam edilmeden önce ölmesi için birtakım haplar verir. Robert, hücresinin demir parmaklıklı penceresinden dışarıdaki korkmuş, şaşırmış, kendisine bakan kalabalığa karşı gülümseyerek hapları yutar.

‘’Başladığım yere geri döndüm, diye düşündü, ölümün son uyuşukluğu usulca kaslarına yayılırken. Yeni bir dehşet doğuyordu. Sonsuzluğun yıkılmaz kalesinden içeri, yeni bir hurafe sızıyordu.
Ben efsaneyim.’’


___
 Arka planda Manowar'dan Die with Honor çalarken ben de böylece yazımı bitiriyorum. Aklıma William Ernest Henley'in Invictus şiirindeki şu dizeler geliyor:

''Hangi tanrıya olursa olsun, şükran duyuyorum
Bu fethedilemez ruhum için.’’


 Son olarak sizlerle kitap boyunca Robert Neville'in dinlediği müzikleri paylaşıyorum. Smiley Okuduğunuz için teşekkürler:

Schoenberg – Verklarte Nacht
Robert Leie – The Year of the Plague
Brahms – 2. Piyano Konçertosu
Bernstein – The Age of Anxiety
Mozart – Jüpiter Senfonisi
Ravel – Daphnis et Chloé
Schubert – 4. Senfoni
Rachmaninoff – 2. Piyano Konçertosu