On beş temmuz iki bin on altı sabahıydı. Jody Reynolds’tan ‘’All
Washed Up’’ dinleyip yumurta çırpıyordum. Bir yandan şarkıya eşlik ediyordum.
Senden yumurta pişirmek gibi basit bir eylemin tarifini istemiştim. Sen de bana
detaylıca anlatmıştın. O günün iyi geçebileceği ihtimalinin üzerinde durmak
gibi bir hata yaptım mı, hatırlamıyorum açıkçası. Sonrasında ne olduğunu
anlatmaya lüzum yok. Işıklar kapandı, ışıklar tekrar açıldı, etrafta sadece molozlar
ve kan vardı. Jeton düşüyordu. Ağır ağır, takır takır bir ses çıkartarak.
Hayatımın kara deliğe girmesine çok az kalmıştı. Kilometre taşını
görebiliyordum, akışı durdurmak yerine devinimi hızlandırıyordum sanki.
Gelemeyeceğini söylediğin gün günlerce yatağımda hareketsiz yatmak istemiştim.
Ne yemek ne de içmek, hepsinden vazgeçmek… Olmadı. Kalktığım gibi devam ettim.
Oluruna bıraktım. Seni teselli etmeye çalıştım, hatırlarsın. Galiba işe
yaramamıştı. Winston Smith’in 1984’te sarf ettiği bir cümle vardır: ‘’Nasıl’ını
anlıyorum neden’ini anlamıyorum.’’ Birçok hipotez kurabilirim elimdeki
verilerle bu hâle nasıl geldiğime dair. Ama nedenlerini say desen düşünürüm,
toparlamaya çalışırım kafamda. Konuşmayı başaramam. Velhasılıkelam, binaenaleyh
bu mektup biraz kısa olacak. Hikâye anlatmayacağım. Diğer mektupta sana ''yazmak'' üzerine düşüncelerimi açıklayacağım.
Saat 3:45. Arka planda yine ‘’Gemide – Soundtrack’’ çalıyor.
Yarın evden dışarı çıkmayacağım. Miskinlik yapabileceğim. Bu yüzden geçe
kalmamın güneş ışığını daha az görebilmekten başka bir götürüsü yok. Güneş
ışığına da gerek yok. Gecenin ziftini lıkır lıkır içmekte ve kendimi sineye
çekmekteyim. Ayın şavkını ekmeğime sürmekte, afiyetle yemekteyim. Uyuyup
uyandığım vakit yeni bir kitaba başlamalıyım. Wilhelm Reich’tan, yani şu Freud’un
yanında çalışmış psikanalist, Dinle Küçük Adam’ı gözüme kestirdim. Nicedir
ciddi felsefe okumaları yapmak istiyorum ancak ‘’ciddi bir okumayı’’ nasıl
yapabileceğim hakkında kaygılarım var. Tam verimli, sağlıklı, akıldı kalıcı bir
okuma da sanata dâhildir fikrimce. Cemil Meriç’in geçen günlerde paylaştığım
bir sözünde bu durum çok güzel açıklanmış aslında: ‘’Kalbi var kitapların,
onları bir kerhane sermayesi gibi haşin parmaklarınla mıncıkladın mı senin
oldular sanıyorsun. Kahrını çekeceksin kitabın, hizmetinde bulunacaksın.
Senelerce, senelerce hiçbir şey beklemeden diz çöküp emirlerini dinleyeceksin.’’ D.'den ödünç aldığım Seneca'nın Törel Mektuplar'ını da bir an önce bitirmeliyim, çünkü D. ondan aldığım kitapları okumadığımdan şikayetçi. Haklı da adam. Kendisini aydınlatmış eserleri benimle paylaşıyor ama ben oralı olmuyorum. Dostluğa sığmayacak, yakışmayacak bir davranış. Düzeltmeliyim.
Son olarak, yitik sevgilim Gülyosunu, hâlâ seni bekliyorum. Bundan sonrası için seni bekleme kararı aldım. En azından bir özür dilemek namına.
Olanca saygınlığımla, saygılarımla;
Jakoben Şövalye.
Olanca saygınlığımla, saygılarımla;
Jakoben Şövalye.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder