''...
bir değil ben artık birkaç kişiyim
bir vakit paris'te jean jaures'in kürsüsünde
bir vakit makina başında kuvayı milliye telgrafçısı
madrid'de bir akşam üstü arriba frente popular
bir akşam üstü sofya'da çervenkof tarafından asılmış
sosyal demokrat bulgar gazetecisi
bir değil ben artık birkaç kişiyim
belki juarez'im meksika'da güneşin tuzunu yalıyorum
belki de namık kemal osmanlı sürgününde
habib burgiba diye bir limanda yakalanıyorum
bükreş'te matbaamı dağıtıyor demir muhafızlar
kalküta'da kongre partisi sekreteriyim
hürriyet sokağında isimsiz bir mezar
...''
-Attilâ İlhan - hürriyet ve istiklâl benim karakterimdir, şiirinden.
bir vakit paris'te jean jaures'in kürsüsünde
bir vakit makina başında kuvayı milliye telgrafçısı
madrid'de bir akşam üstü arriba frente popular
bir akşam üstü sofya'da çervenkof tarafından asılmış
sosyal demokrat bulgar gazetecisi
bir değil ben artık birkaç kişiyim
belki juarez'im meksika'da güneşin tuzunu yalıyorum
belki de namık kemal osmanlı sürgününde
habib burgiba diye bir limanda yakalanıyorum
bükreş'te matbaamı dağıtıyor demir muhafızlar
kalküta'da kongre partisi sekreteriyim
hürriyet sokağında isimsiz bir mezar
...''
-Attilâ İlhan - hürriyet ve istiklâl benim karakterimdir, şiirinden.
Bir buçuk sene evvel
bir kıza mektup yazmıştım. (O dönem benim için pek âlâ anlam ifade eden
birinden bugün ‘’bir kız’’ şeklinde bahsediyorsam bu apayrı bir yazı konusudur,
o yüzden üzerinde durmayacağım.) Tarihte çoğalmak, temasını işlemiştim. Neydi
bu ‘’tarihte çoğalmak’’ teması, peki? Bahsedeyim: Kim olduğunuzu evrene ilan
eden bir öge vardır. Buna fıtrat da denir. Her insan, farklı kumaşlardan
dokunmuş birer elbiseye, türlü nebatın öz suyundan taktir edilmiş birer içkiye
benzer. Herkesin, ‘’Doğdum,’’ ile
başlayıp da ölümden bir tık öncesini yazdığı birbirine bağımlı olsa da farklı
otobiyografileri vardır. Bunun içindir ki bütün insanları gönül rahatlığıyla,
‘’Tanrı’nın yarattığı her biri özgün birer eser olan canlılar’’ sayabiliriz.
Tarihte bir kez var olanın vay hâline! Yok, öyle bir dünya. Reenkarnasyon
inancından, paralel evrenler teorisinden farklı bir şey bu dediğim. Ben bile
tam olarak vakıf değilim. Konuşabilmek için ise bir konu hakkında yetkin bir
kimse olmanıza gerek yok. Daha iyi anlayabilmeniz için örneklendireceğim:
(Mektubun taslağından alıntılayıp da yeniden düzenlediğim
bir parçayı buraya aktarıyorum.)
‘’Aslında bu satırları, sadece ben yazmıyorum. Celal M.’ya yazmıyor. Bu mektubu; yaşamaya fırsat bulamamış, hiç doğmamış nice kişilik; sevmeye, hem de tutkuyla sevmeye imkân bulamadığı insanlara yazıyor.
‘’Aslında bu satırları, sadece ben yazmıyorum. Celal M.’ya yazmıyor. Bu mektubu; yaşamaya fırsat bulamamış, hiç doğmamış nice kişilik; sevmeye, hem de tutkuyla sevmeye imkân bulamadığı insanlara yazıyor.
Non nobis Domine,
non nobis; diyerek Kutsal Kudüs’te Tanrı Krallığını kurmak amacıyla yola düşmüş
bir Haçlı şövalyesi; yol üzeri bir tavernada, Venedikli korsanların Napoli’den
esir alıp da bir Sırp hancıya sattığı o güzel deniz kokulu kızla zina suçu
işledikten sonra, tövbeler ederek Krakow’da yolunu gözleyen eşine yazıyor bu
mektubu.
Bismişah çekip de Diyâr-ı Rum’da Şah kelâmını yaymak amacıyla yekpare kılıç, pîri adına akına çıkmış bir Kızılbaş Safevî askeri, Şam’da bıraktığı güzeller güzeli Acem dilberine yazıyor bu satırları.
1788 Haziranında,
Bastille’de sıtmadan kıvranan, soğuk ve ıslak zeminde yatmaktan dolayı ülser
illetinin azdığı Robespierre sempatizanı cumhuriyetçi bir mahkûm, Jezebel
adındaki sevgilisine yazıyor.
26 Mart 1812’de, Venezuela’da, hani And Dağlarından kıyı şeridine değin tüm o toprağı yarıp geçen
büyük depremde, San Carlos Kışlasının enkazı altında
kalan Bolivarcı Yurtsever Kuvvetlere dahil bir Latin Amerikalının İspanya’daki
soylu sevgilisine yazmış olduğu ve artık hiçbir vakit ulaştıramayacağı bir
mektup bu.
Yani, ben seni severken ve sana yazarken çoğalıyorum tarihte. Her devrin en azılı adamı olup mektuplar yazıyorum sana yeniden. Ve sen, hep bir yerlerde bekleyen oluyorsun benden gelecek olanları. Ulaşıyor yahut ulaşmıyor mektuplarım, ama ben her hâlükârda yazıyorum.
Alelade biri değil de, 1 Eylül 1920’de, Bakü’de düzenlenen Birinci Doğu Halkları Kurultayında Nerimanov’un yaptığı açılış konuşmasını alkışlarken, aslında Rumeli’de bıraktığı o güzelim Boşnak kızını düşünen eski bir İttihatçıyım. M. bu derin bir tutku. Kitapların arasında dirilen ve tarihte canlanan yeni bir varoluş bu. Senin bana kattığın, farkında olduğun ya da olmadığın, dimağıma onlarca ilham tohumu eken bu hissiyat, en özel bir şekilde tutku ve safi sevgi sözcükleriyle açıklanabilir ancak.’’
Defalarca kez okudum
üstteki sayfayı, bir anlatım bozukluğu aradım düzeltebilmek için. Nihayetinde
vazgeçtim. Zihnim berrak değilken cümlelerim de belli bir düzende olamaz zaten.
Uzun cümlelerin adamıyım ben. Bıraksanız seksen kelimelik, yüz kelimelik
cümleler yazarım. Hiç de gocunmam. Hiç de üşenmem. Hiç de sıkılmam. Uzun uzadıya
yazabilirim ama konuşamam. Hitabet yeteneğimin eksikliğinden midir yoksa
çektiğim söylevlerin azlığından mıdır bilmiyorum. Zarifoğlu'nun da dediği gibi,‘’…ve bunları elbette çabucak
geçelim sevgilim.’’
Velhasılıkelam tarihte binlerce kişi olabilirim. Olabileceğim şahsiyetler mektupta da belirttiğim üzere hiç yaşamamış da olabilirler. Her hücreme karşılık gelen bambaşka bir Celal vardır elbet. Ben Tanrı'nın planladığı en güzide tasarımlardan sadece bir tanesiyim. Bundan kıvanç duyuyorum. Bunu bilmek beni rahatlatıyor, onurlandırıyor. Attilâ İlhan'ı bile aşacağıma kanaat getiriyorum düşününce. Tarihte çoğalmak üzerine ondan daha iyi yazabileceğime inanıyorum. Ve elbette bana esin kaynağı olduğu için de o büyük şaire teşekkürlerimi sunuyorum.
Teşekkür ederim, size de, okuduğunuz için.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder