20 Mayıs 2017 Cumartesi

Tarihte Çoğalmak ve Bir Mektubun Anlamı

''...
bir değil ben artık birkaç kişiyim
bir vakit paris'te jean jaures'in kürsüsünde
bir vakit makina başında kuvayı milliye telgrafçısı
madrid'de bir akşam üstü arriba frente popular
bir akşam üstü sofya'da çervenkof tarafından asılmış
sosyal demokrat bulgar gazetecisi
bir değil ben artık birkaç kişiyim
belki juarez'im meksika'da güneşin tuzunu yalıyorum
belki de namık kemal osmanlı sürgününde
habib burgiba diye bir limanda yakalanıyorum
bükreş'te matbaamı dağıtıyor demir muhafızlar
kalküta'da kongre partisi sekreteriyim
hürriyet sokağında isimsiz bir mezar

...''
-Attilâ İlhan - hürriyet ve istiklâl benim karakterimdir, şiirinden.

 Bir buçuk sene evvel bir kıza mektup yazmıştım. (O dönem benim için pek âlâ anlam ifade eden birinden bugün ‘’bir kız’’ şeklinde bahsediyorsam bu apayrı bir yazı konusudur, o yüzden üzerinde durmayacağım.) Tarihte çoğalmak, temasını işlemiştim. Neydi bu ‘’tarihte çoğalmak’’ teması, peki? Bahsedeyim: Kim olduğunuzu evrene ilan eden bir öge vardır. Buna fıtrat da denir. Her insan, farklı kumaşlardan dokunmuş birer elbiseye, türlü nebatın öz suyundan taktir edilmiş birer içkiye benzer.  Herkesin, ‘’Doğdum,’’ ile başlayıp da ölümden bir tık öncesini yazdığı birbirine bağımlı olsa da farklı otobiyografileri vardır. Bunun içindir ki bütün insanları gönül rahatlığıyla, ‘’Tanrı’nın yarattığı her biri özgün birer eser olan canlılar’’ sayabiliriz. Tarihte bir kez var olanın vay hâline! Yok, öyle bir dünya. Reenkarnasyon inancından, paralel evrenler teorisinden farklı bir şey bu dediğim. Ben bile tam olarak vakıf değilim. Konuşabilmek için ise bir konu hakkında yetkin bir kimse olmanıza gerek yok. Daha iyi anlayabilmeniz için örneklendireceğim:

(Mektubun taslağından alıntılayıp da yeniden düzenlediğim bir parçayı buraya aktarıyorum.)

‘’Aslında bu satırları, sadece ben yazmıyorum. Celal M.’ya yazmıyor. Bu mektubu; yaşamaya fırsat bulamamış, hiç doğmamış nice kişilik; sevmeye, hem de tutkuyla sevmeye imkân bulamadığı insanlara yazıyor.

 Non nobis Domine, non nobis; diyerek Kutsal Kudüs’te Tanrı Krallığını kurmak amacıyla yola düşmüş bir Haçlı şövalyesi; yol üzeri bir tavernada, Venedikli korsanların Napoli’den esir alıp da bir Sırp hancıya sattığı o güzel deniz kokulu kızla zina suçu işledikten sonra, tövbeler ederek Krakow’da yolunu gözleyen eşine yazıyor bu mektubu.

 Bismişah çekip de Diyâr-ı Rum’da Şah kelâmını yaymak amacıyla yekpare kılıç, pîri adına akına çıkmış bir Kızılbaş Safevî askeri, Şam’da bıraktığı güzeller güzeli Acem dilberine yazıyor bu satırları.

 1788 Haziranında, Bastille’de sıtmadan kıvranan, soğuk ve ıslak zeminde yatmaktan dolayı ülser illetinin azdığı Robespierre sempatizanı cumhuriyetçi bir mahkûm, Jezebel adındaki sevgilisine yazıyor.

 26 Mart 1812’de, Venezuela’da, hani And Dağlarından kıyı şeridine değin tüm o toprağı yarıp geçen
büyük depremde, San Carlos Kışlasının enkazı altında kalan Bolivarcı Yurtsever Kuvvetlere dahil bir Latin Amerikalının İspanya’daki soylu sevgilisine yazmış olduğu ve artık hiçbir vakit ulaştıramayacağı bir mektup bu.

 Yani, ben seni severken ve sana yazarken çoğalıyorum tarihte. Her devrin en azılı adamı olup mektuplar yazıyorum sana yeniden. Ve sen, hep bir yerlerde bekleyen oluyorsun benden gelecek olanları. Ulaşıyor yahut ulaşmıyor mektuplarım, ama ben her hâlükârda yazıyorum.

 Alelade biri değil de, 1 Eylül 1920’de, Bakü’de düzenlenen Birinci Doğu Halkları Kurultayında Nerimanov’un yaptığı açılış konuşmasını alkışlarken, aslında Rumeli’de bıraktığı o güzelim Boşnak kızını düşünen eski bir İttihatçıyım. M. bu derin bir tutku. Kitapların arasında dirilen ve tarihte canlanan yeni bir varoluş bu. Senin bana kattığın, farkında olduğun ya da olmadığın, dimağıma onlarca ilham tohumu eken bu hissiyat, en özel bir şekilde tutku ve safi sevgi sözcükleriyle açıklanabilir ancak.’’

 Defalarca kez okudum üstteki sayfayı, bir anlatım bozukluğu aradım düzeltebilmek için. Nihayetinde vazgeçtim. Zihnim berrak değilken cümlelerim de belli bir düzende olamaz zaten. Uzun cümlelerin adamıyım ben. Bıraksanız seksen kelimelik, yüz kelimelik cümleler yazarım. Hiç de gocunmam. Hiç de üşenmem. Hiç de sıkılmam. Uzun uzadıya yazabilirim ama konuşamam. Hitabet yeteneğimin eksikliğinden midir yoksa çektiğim söylevlerin azlığından mıdır bilmiyorum. Zarifoğlu'nun da dediği gibi,‘’…ve bunları elbette çabucak geçelim sevgilim.’’

 Velhasılıkelam tarihte binlerce kişi olabilirim. Olabileceğim şahsiyetler mektupta da belirttiğim üzere hiç yaşamamış da olabilirler. Her hücreme karşılık gelen bambaşka bir Celal vardır elbet. Ben Tanrı'nın planladığı en güzide tasarımlardan sadece bir tanesiyim. Bundan kıvanç duyuyorum. Bunu bilmek beni rahatlatıyor, onurlandırıyor. Attilâ İlhan'ı bile aşacağıma kanaat getiriyorum düşününce. Tarihte çoğalmak üzerine ondan daha iyi yazabileceğime inanıyorum. Ve elbette bana esin kaynağı olduğu için de o büyük şaire teşekkürlerimi sunuyorum.

Teşekkür ederim, size de, okuduğunuz için.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder