11 Mayıs 2017 Perşembe

Gülyosunu'na Açık Mektup - III / ''Yazmak''

  Ben, çok şerefli ve elzem bir görevi yerine getiriyorum esasen. Damdan düşer gibi girdim yazıya, bağışla. Hangi görev bu söz ettiğin, diye sorduğunu duyuyorum. Ben, yazmaya değer hikâyeler olmadığı gerekçesi ile kâğıda geçirilmemiş yaşamlara sahip olan insanların öykülerini kaleme alıyorum. Örneğin, hangi enlemin kaçıncı boylamla kesiştiğini bilmediğim bir kara parçasında; ülkesi, sevdikleri ve onuru için savaşan, saldırı talimatı geldiğinde ise siperden çıkarken tökezleyip de yere düşen ve silah arkadaşlarının postalları altında çiğnenen bir üçüncü dünya vatandaşının hazin ve trajikomik hikâyesi gibi. Yahut gök gürültüsü ve şimşekten korktuğu için fırtınalı bir gecede infaz edemediği Yahudi esirden ötürü üstü tarafından tokat yiyen bir SS subayının ezikliğini konu ediniyorum. Cumhuriyetin ilk yıllarında Polonya’ya yüksek eğitimini tamamlaması için gönderilmiş ve orada okurken İkinci Dünya Savaşına tanıklık etmiş bir Türk’ün, toplama kamplarında kaybettiği yabancı sevgilisini anlatıyorum. Soracaksın yine, bu insanların varlığını tanıtlamak sana mı düştü, bu insanlar gerçekten de varlar mı? Evet, Gülyosunu, bu insanlar hakikaten yaşadılar. Belki benim anlattığım biçimiyle ve benim onlara atadığım rollerle değil, ancak yine de hayat buldular. Hayata dair her hikâyenin giriş bölümü aynıdır, artık klişeleşmiştir: Kahramanımız doğar, emekler, diş çıkarır, ilk sözcüklerini söyler, çokça altına yapar, sert yiyecekler yiyemez, misketle oynamasına izin verilmez. İnsanların yaşamını ‘’yazılmaya değer’’ kılan şey ise ya gelişme bölümü ya da sonuçtur. Bir adam, kahramanca ölemediyse bu onun suçu mudur? Bir kadın orta yaşlarında büyük işlere imza atmadıysa yahut debdebeli ve olanaksız bir aşka kendini kaptırmadıysa bu onun suçu mudur? Suçudur, değildir, umursamıyorum ki ben. V for Vendetta’da çok sevdiğim bir repliği dile getirir başkahramanımız V‘’Her insan özeldir. Her insan. Her insan bir kahramandır, bir âşıktır, bir aptaldır, bir suçludur; her insan. Her insanın anlatacak bir hikâyesi vardır.’’ Seninle kesinkes uyuştuğumuz bir nokta, işte: ‘’Her insanın anlatacak bir hikâyesi vardır.’’ Bu söze kalıbını basacağına eminim, Gülyosunu.    

  Hayatının son anında yazmak istediğin nedir, diye sorulacak olsa; artık cevap verebilirim: Tarihin en yalnız, melankolik ve tekinsiz gününü yazardım. Bir kitaba sığmazdı tabi. Eski bir tadı olurdu. Bayat sigaralardan, küflü ekmeklerden, bozulmuş yiyeceklerden azade, farklı bir tat aynı zamanda. Nasıl olmalıydı o gün? Kuzey Amerika keşfedilmemiş, keşfedilse dahi henüz sömürülmemiş olurdu. Latin Amerika darbeler ve devrimlerle çalkalanıyor olmazdı. Güneydoğu Asya’da türlü ideolojilerin kanlı pratikleri uygulamaya geçmezdi. Asya, geniş bozkırların sükûnetini taşırdı. Avrupa, dünyanın geri kalanını dikizleyip de taciz etmezdi. Kuzeyi hariç, Afrika’nın diğer bölgelerine sıtma hastalığından ve coğrafi zorluklardan dolayı geçiş yapılamazdı. Avustralya’da Aborijinler belli bölgelere hapsedilmemiş hâlde özgürce gezer dururdu. Antarktika’ya hiçbir ülke bayrağı dikilmemiş, hiçbir üs kurulmamış olurdu. Uzun sözün kısası; dünya, devinimini asgari düzeyde sürdürürdü. Yazmayı arzuladığım tarihin o en durgun günü farklı hissiyata sahip olurdu.  Amcamla birlikte küçükken gittiğim ganyan bayiinin duman altı ortamı gibi kasvetli… Otomotiv sanayiinin sağlı sollu işgal ettiği Yalova Yolunun bende uyandırdığı hisler kadar hüzünlü… Elbette hürriyet fikri misali de ümitvar yarınlara gebe...

  Sahi kaç ‘’yarın’’ oldu tarihin başlangıcından beri? Kaç yarın’dır bir şeyleri umut ediyoruz? Yarın’lar bize sanal bir mücadele azmi mi sağlıyor yoksa? Bu sorularla baş başa bırakıyorum seni. Mektup yazmaya belli bir müddet ara vereceğim. Onun yerine buraya kısa öyküler, diyaloglar, monologlar ve de şiirler eklemeye gayet göstereceğim. Umut ettiklerinle kal, hoşça kal.

''Artık ayrılma vakti geldi çattı, ben ölmeye, sizler de yaşamlarınızı sürdürmeye gidiyorsunuz. Hangisinin daha iyi olduğunu sadece tanrı bilebilir.''*

Olanca saygınlığımla, saygılarımla;

Jakoben Şövalye.

_

*Sokrates'in Savunması'ndan



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder